Ovacık-Patara Parkuru
Likya
Yolu
Dünyanın en iyi 10 yürüyüş
rotasından biri olan ve adını Likyalılar' dan alan Likya Yolu, Teke Yarımadası
üzerinde 18 antik Likya şehirlerini birbirine bağlayan ve Fethiye’den
Antalya’ya toplam 555 kilometrelik bir yürüyüş yolu. Tamamını bir seferde
yürümek için performansa göre 24-40 gün arası gibi bir zaman dilimi ayırmak
gerekiyor.
Genellikle etaplar halinde
yürünen yol için günlük ortalama 25 km baz alınabilir. Patikalarda her 50,
toprak yollarda ise 200 metre aralıklarla kırmızı-beyaz çizgilerle
işaretlenmiştir. Likya Yolu’nda her yıl çoğunluğu yabancılar olan otuz bin kişi
adım atıyor.
İlk kez 1999 yılında Kate
Clow tarafından işaretlenmiştir. Likya
Yolu başlangıç noktası, Fethiye veya Antalya seçilebilir. Akdeniz
ikliminin hâkim olduğu bölgede kış ayları oldukça yumuşak geçtiğinden, yürüyüş
sezonu uzundur. Mayıs
ile Eylül arası yürüyüş aktivitesi için oldukça sıcaktır. İlkbahar ve
sonbahar ayları daha uygundur.
Yola çıkış tarihine kadar
aklıma bile gelmeyen bu aktivite, sonrasında hayatında ki en güzel anılar
arasındaki yerini aldı. İyi ki kızımın “gidelim baba” ısrarına dayanamayıp
kabul etmişim. Bir eylül günü başlangıç noktasındaydık. 22.10.2018
Antalya Kumluca’ dan dan
sabah yedi gibi çıktık. Önce Kaş’a sonra Fethiye’ye ve oradan da ölüdeniz
dolmuşuna bindik. Uzun ve yorucu bir yolculuk olmasına rağmen hiç beklemeden
saat üç civarında Likya Yolu’na başladık. Tam bir hataydı. Zirveye ulaştığımızda
bitmiştik. Hava kararmak üzereydi ve yağmur çiseliyordu.
İçimiz
kıpır kıpır Ölüdeniz dolmuşundan indik. Fethiye’den dolmuşa binerken bizi
Ovacık’ta indirmesini söylemiştik. Zaten halimiz açıkça ne yapacağımızı
anlatıyordu. Sosyal ortamda Likya Yolu günden güne popüler olmaya başladığından
ve yürüyenlerin sayısı hızla arttığından burada alışılmış bir görüntü
veriyorduk. Bu sebepten olmalı ki şoför bizi tam olarak istediğimiz yerde ve
söylemeden indirdi.
Başlangıç
takının altında bolca fotoğraf çektik. Biz oradayken gelenler oldu ve bizi
sabırla beklediler. Yürüyüşe geçtiğimizde onlar da heyecanla kendilerini
fotoğraflamaya başlamışlardı.
Yolumuz
önce parke yoldan sonra da patikadan yol devam etti. Zaman zaman durup
arkamızda küçülen Ölüdeniz manzarasına bakıyorduk. Fotoğraf çekmekten yürüyemez
olmuştuk. Ama yokuş da zorluydu. Kondisyon eksikliğinden biraz motivasyonum
düştü. Sırtımdaki yirmi kiloluk çanta tırmandıkça ağırlaştı.
Ilgaz
daha rahattı ve beni gayretlendiriyordu. Sonunda düzlüğe ulaştığımızda hava
kapanmaya başladı. “Yağmur geliyor umarım çok ıslanmayız” dedim. Ilgaz’ da bir
endişe emaresi yoktu. Kozağaç Köyüne ulaştığımızda ilk su kaynağı neşemizi
yerine getirdi. Çeşmeden doya doya su içtik. Çantamızdaki ılık hatta sıcak
sulardan sonra iyi geldi. Sonra köy evlerinden birinde çay, gözleme vs. yazılı
tabela gördük. Bu aşamada benim için bir çayın yerini hiç bir şey tutamazdı.
Arkamızdan
diğer grup da geldi. Dört üniversite öğrencisiydiler. Sohbet edip çay içtik.
Çok keyifliydi. Mekânın sahibesi Bedia Hanım Kirme’ye devam etmeyin akşam
oluyor ve yağmur yağacak dedi. Kozağaç Köyü cami bahçesinde çadırımızı açtık.
Yağmur da başlamıştı ama hava sıcaktı.
Çadır içinde akşam yemeği yedik ve uyuduk. İlk gün böylece bitti. Güzeldi.
Dönüp dönüp arkamızda
küçülen Ölüdeniz manzarasından kendimizi alamıyorduk.
Zorlu bir tırmanışla
başlamasına rağmen ilk gün olması ve manzaranın güzelliği ile Kozağaç köyüne
ulaşmıştık. İlk Mola yerimiz olan cami bahçesi temiz ve güvenliydi. İlk
yemeğimizi çadır içinde yemek zorunda kaldık. Çünkü dışarıda yağmur
atıştırıyordu. Ama sabah olunca pırıl pırıl bir güne uyandık.
Kozağaç Köyü Camii
Sabah erken uyanan ben
oldum. Saat 7:30 gibiydi. O yorgunluğun
üstüne uzun uzun uyurum diyordum. Cami çeşmelerinin yanında bir priz
vardı Ilgaz’ın telefonunu ve kendi telefonumu takıp dolmaya bıraktım.
Öğrenciler henüz uyanmamışlardı. Zaten biz toplanıp çıktığımızda bile hala
uyuyorlardı.
Bedia Hanım’da istediğimiz
menemeni afiyetle yedik. Belki yediğim en lezzetli menemendi. Çok makul bir
ücret aldı. Vedalaşıp ayrıldık. Güzel bir günde yıkıntı içinden geçip Kirme
köyüne ulaştık. Köy çeşmesi önünden geçip çay içinden Faralya’ ya devam ettik.
Kirme – Faralya yolculuğunda
bolca arı kovanı ve keçi gördük. Bir ara çalılar arasında fırlayıp yamaçtan
aşağı koşturan domuzlar Ilgaz’ı çok korkuttu. Ama eğlenerek yol aldık çünkü
genelde iniş yürüyorduk.
Sonra
uzaktan Kelebekler Vadisini gördük. Bu yolun önemli manzaralarından biri biraz
sonra bizi tüm ihtişamıyla bizi karşıladı.
Seyir tepesinden kelebekler vadisini seyretmeye doyamadık.
Bol bol fotoğraf çekindik.
Ama daha Kabak Koyu’na uzun bir yolumuz vardı.
Tekrar yollara düştük.
Öğleden sonra koya yukarıdan
bakan bir noktadaydık.
Burası da işletmelerle dolu bir yerdi. Aşağıya inen dolmuşlar da varmış ama biz Likya Patikasını tercih ettik.
Koya iniş için mesafe hayli uzak görünüyordu.
Uzun bir iniş sonrasında artık
Kabak Koyu bizi karşıladı.
İlk işimiz
kendimizi denizin serin sularına
bırakmak oldu.
Akşamüzeri kumsalda oturuyorduk.
Güneşin Sarı ışıkları
yürüyüş yorgunu bedenimizi yıkarken,
manzara karşısında
yudumladığımız kahve
ile adeta sarhoş olduk.
Burada çadırımızı paralı bir kamp yerine açtık. Akşam yemeğinde makarna, hazır çorba, sosis, peynir vs. hazır şeylerle karnımızı doyurduk.
Sonra tekrar kumsala inip kumların üzerine oturduk.
Batmakta olan güneşin kızıllığı içinde çadırımıza döndük. Bir şeyler içip
etraftakilerle sohbet ettik geç saatte uyuduk.
Ertesi gün Alınca
istikametine yine zorlu bir tırmanışla devam edecektik.
Likya Yolu yürüyüşçülerinin merakla gittiği
Letoon ve Xanthos antik şehirlerini
daha önceden gördüğümüzden
Patara Plajına yöneldik.
Sıcak bir Eylül günü akşamüstü
Patara’da sezonu kapattık.
Biriktirdiğimiz güzel anıları ile
Likya Yolu parkurunu tamamlamıştık.
Hafif bir burukluk da vardı.
Yolun kalan kısmını
da yürümeliyim diye düşündüm.
Antalya’ya hareket ettiğimizde Kaş’ta akşam oluyordu.
Batan güneş ile araç penceresinden
Kaş manzaraları eşliğinde ilerliyorduk.
Aklımız çantalarımız dan daha doluydu.
Herkese anlatacak çok şey vardı.
Yorumlar
Yorum Gönder