Kaş-Demre Parkuru


 

Antiphellos-Andriake

Pandemi ve yasaklar derken uzak kaldığım doğa yürüyüşlerine dönmek için gün sayarken, kısıtlı açılma haberi ile içimin kıpır kıpır olduğunu hatırlıyorum. Dolaptan çantamı keyifle çıkarıp bir göz geçirdim. Amacım Kaş-Demre parkurunu yürümekti. Bu parkur güzel manzaralar içinde geçiyor. Zorlu tırmanışlar olmaması (Boğazcık tırmanışı dışında) ve genelde deniz seviyesinde yürünmesi nedeniyle çokça tercih ediliyor. Yine araya bir şeylerin girip planları alt üst etmemesi için, hızlıca hazırlanmak istiyordum. Davet ettiğim arkadaşlardan haber çıkmayınca solo yürüyüş yapmaya karar verdim. Evdekilerin yalnız yürümem konusunda tereddütlü olmalarına rağmen, 11 Mayıs 2021 günü sabahı kendimi Kumluca terminalinde buldum. Beni bırakan eşimden bir fotoğraf çekmesini istedim. 2018 yılında Ovacık - Patara yürüyüşü öncesi de benzer bir fotoğrafı kızımla çekmiştik.


İki saatlik yolculuk ile 09.45 gibi Kaş terminalindeydim. Çantamı sırtıma alıp çarşı içine doğru yürümeye başladım. Zaten Kaş otobüs terminali çarşı merkezine yakın bir yerde ancak yeni inşa edilen terminali oldukça uzak. Neyse ki henüz açılmamış.

Liman arkasında büfesi olan arkadaşım İbrahim ile buluştum. Biraz sohbet edip çay içtikten sonra taksi ile Büyükçakıl plajına gittim.


Bu yürüyüşümde ilk kez kullanacağım navigasyon cihazımı açıp rotayı yükledim. izler. Altuğ Şenel tarafından hazırlanan güncel izler olduğundan içim rahattı, hem bu parkurun problemsiz olduğu söyleniyor.

Yol mahalle içine girdikten hemen sonra sola kıvrılıp parke yol olarak devam etti. Sonra Likya Yolu patikasına dönüştü. Kısa bir yürüyüş sonrasında sağ tarafımda denizi tekrar gördüm. Nefis bir manzara eşliğinde yürüyordum. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra yol ikiye ayrıldı. Ben soldan direkt Ufakdere'ye giden yolu seçtim. Limanağzı’na yönelmedim. Ama orada da ilginç iple geçilen kaya mezarı geçişleri varmış.

Kaş çıkışı bakmaya doyulmaz manzaralar ile başlamıştı. Büyükçakıl Mahallesi bitiminde parkur likya patikasına dönüyor.

 


   Yol bir süre sonra kayalık bir alana geldi ve uzun bir kayalık inişi sonrasında kendimi düzlük bir alanda buldum. Bu düzlükle Limanağzı istikametinden gelen yol da görünüyordu. Bu arada hava iyiden iyiye ısındı. Yollar birleşerek önce hafif bir rampa ile devam ettikten sonra Tarihi Sarnıcın olduğu yere geldim. Sarnıçla kendimi çektiğim fotoğrafta ne kadar kızardığımı fark etim.



Bir süre sonra yol tekrar denize yaklaştı Uğultulu bir şekilde dalga seslerini duyduğum bir yarık yanından geçip kayalık ve yürümesi zor bir şekilde ilerledikten sonra Uzakta Çoban Koyu’nu gördüm. Düşüp bir yerlerimi kırmamak için oldukça dikkatli ilerliyordum. Koyun içinde büyükçe bir kayık vardı. Yaklaştıkça kayıkta dalış ekipmanları olduğunu fark ettim. Sanırım burada dinleniyor veya yemek molası vermiş olmalıydılar. Beni hayli uzaktan fark ettiler. Yanlarından geçerken başımızla birbirimizi selamladık. Koyun başlangıcından yukarıya doğru tırmanırken de hala beni izliyorlardı. Yol Çoban Koyu’ndan sonra sert ama kısa bir çıkışla devam etti. Bodur makilik içinde hiçbir gölgelik alan yoktu. Oldukça zorlayıcıydı ama keyifle yürüyordum.


Çoban Koyu öncesi kayalık alan ve patikanın altından geçtiği ağaç



Çoban Koyu'na yaklaşırken



Çoban Koyu’na yaklaşırken heyecana kapılmamak mümkün değildi. Burası ilk hedef noktasıydı. Sonrasında Ufakdere Koyu ikinci önemli nokta olacaktı.


  Çoban Koyu

Yukarıya çıktıktan sonra bir süre düzlükte devam ettim Sonra tekrar denize inmeye başladım. Uzakta Uluburun görünüyordu Kısa bir süre sonra Ufakdere de kendini gösterdi Gördüğüm en güzel manzaralardan biriydi.


Ufakdere Koyu


Tüm buralara araç yolunun olmaması ve benim yürüyerek
gelmiş olmam başka bir güzeldi. Yalnız yürüyor olmak beni hiç korkutmadı. Zaten oldukça güvenli bir yolda ilerliyordum. Ufakdere koyu küçük bir yarımada ile bir birinden ayrılmış iki koy olarak görünüyordu ilk koyun sonunda küçük binalar vardı. Plajdaki küçük evlerin George F. Bass ve Cemal Pulak'ın 1984'te Uluburun Batığını kazarken kullandıkları evler olduğunu biliyordum. Burada mümkünse suyumu takviye etmeliydim. İşletmeye yaklaştım. Neyse ki açıktı. çoğunlukla kapalı olduğunu duymuştum. Başka bir gurup dinleniyordu Merdivenlerden çıkıp işletmeye ulaştığımda bir sürpriz ile karşılaştım. Grubun başındaki rehberin Altuğ Şenel 'in ta kendisi olduğunu fark ettim.

Merhabalaştım ve güzel bir sohbet başladı. Sekiz kişilik güzel bir gurup oluşturmuşlardı. Burada yemek molası vermişler. Soğuk bir şeyler içmek bana da iyi geldi. Onlar Ufakdere’den ayrıldıktan sonra ben de sonra bir şeyler yedim ve işletme sahibi İsa ile vedalaştım. Yeni Hedefim Üzüm İskelesi.



Ufakdere sonrası yol sağlam bir tırmanışla başlıyor.



Sizi tepeye kadar bozuk bir traktör yolu götürüyor. Tam tepeye ulaştığınızda ise yolun sola dönemeç yapığı yerde yeni bir yol tabelası sizi karşılıyor.

Sundurmaların olduğu alana geldiğimde


Burada başka bir gurup ile karşılaştım.



Ben dinlemek üzere girdiğimde onlar çıkmış gidiyorlardı. Bu sundurmalar buraları kapatmaya çalışan uyanıklar tarafından ruhsatsız olarak yapıldığından belediye tarafından yıkılmış yapılar. Üzüm iskelesine çok az kalmıştı. Hava kararmadan hayli önce ulaştığımdan denize girmek için zaman buldum.




Burası bir piknik yeri Araçla da gelinebiliyor ve çeşmede var. Zeytin ağaçları gölgelik yaptığından kamp atmak için mükemmel bir yer.Yaşadığım Kumluca'da ki Karaöz'e benziyor.


Burada bir de işletme var. Geceyi burada Habesa Kamping'de 
geçirmeye karar verdim. Oda ve yemek istemedim. Çadırımı kurup hazır domates çorbası ve sucuklu makarna yaptım. Ekmek ile yedim.

Akşam çay ve sohbet ile geçti. Yol hakkında uzun uzun konuştuk. Geç saatte uyudum ama çok erken uyandım. Peynir, zeytin ve salam ve kahve ile kahvaltı yaptım. Telefonumu prize takıp çadırımı toplamaya koyuldum. Çadır biraz nemlenmişti. Orada bulunan bir ipe asıp havalandırdım. Bu arada herkes uyanmış kahvaltı bekliyorlardı. Ben bir çay içip çıktım. Uzum iskelesi çıkışında meşhur hurma ağacının yanından geçtim.

Devamında yol zeytinlikler içinde devam etti.


Yol hala denize paralel ilerliyorken sonra kuzeye yönelerek tırmanışa geçti.

Sonra uzaktan bir yapı gördüm. Tepenin tam üstünde harabe halde ve yalnız bekliyordu.


Bu yapı Apollonia Antik Şehri’nin ileri karakol binası. Bu harap halde bile o tepe üzerinden denizi kontrol ediyordu.

Boğazcık tırmanışı oldukça bıktırıcı zigzaglarla devam ediyordu. Yol zaman zaman traktör yoluna çıkıyor ve tekrar patikaya giriyordu.

Eski Sarnıç’ın olduğu yere ulaştığımda canımdan bezdiren çıkışın da bittiğini biliyordum. Sarnıç mükemmel durumda bozulmamış olarak kalmayı başarmıştı.


Birkaç fotoğraf alıp devam ettim. Ve topak yol asfalta dönüştü Boğazcık sadece 2 km uzaktaydı


Yeni bir yol tabelası çıktı karşıma. Bu tabelaları görmek beni mutlu ediyor. Sıcak havadan oldukça bunalmıştım. Yakında bulunan ve adını daha önce duyduğum Likya kampingde biraz mola vermeyi planladım.

Likya Kamping'e ulaştığımda Altuğ ve ekibi oradan ayrılıyorlardı. Oturup soğuk bir şeyler içtim ve suyumu tamamladım. Pansiyon sahibi Ramazan ile uzunca sohbet ettik. Aperlai'ye gitmek üzere ayrıldım. Yol ayrımında başka bir tabela beni karşıladı.

Burada başka bir gurup dolmuştan iniyorlardı. Boğacık Üçağız
yürüyeceklermiş İskenderun'dan gelmişler. Onlardan tabela önünde bir fotoğrafımı çekmelerini istedim ve hızlıca yoluma devam ettim.

Yol hafif bir rampa ile başladı. Apollonia karşı tepe üzerinde görülüyordu. Ama ben yanından Kıvrılıp Aperlai'ye devam ettim.

 

Öncelikle Sahilkılınçlı üzerinden gelen yolla birleşip tekrar patikaya geçtim.

Adam boyunda ilginç kaya oluşumları arasında  ilerliyordum. Bir ara mola verdiğimde arkamdaki gurup bana yetişti. Herkesin taş koyduğu meşhur babaya ben de bir taş koydum. Sonra üstü çökmüş oldukça büyük bir sarnıç yanından geçtim.


Sonra O'nu gördüm Apertai.  Allah'ım nedir bu güzellik. Şehrin kalesini ve Nekrpolünü geçerek aşağıya koya iniyordum.


İleride koyun sonunda güzel eski bir taş ev duruyordu. Birçok lahit burada denizi seyrediyordu. Aralarından sahile indim. Buraya kadar Boğazcık’tan sadece iniş yaparak geldiğimden yorgun hissetmiyordum Ama öylece geçip gidemezdim. Konaklamaya karar verdim ve Likya Yolunun tam ortasından geçtiği Purple House' da çadırımı kurdum.

Tesisin sahibi Rıza Bey yürüyüşçü dostu bir adamdı. Oldukça ilgili davrandı. Karısı ve çocukları Ada ile yolu olmayan ve tek ulaşımın denizden yapıldığı bu yerde münzevi bir hayat yaşıyorlardı.

Malzemem de azalıyordu domates çorbası, noodle, ton balığı ve ekmekle karnımı doyurdum. Yermek yaparken kara bir yılan duvarın kenarından kayarak geçti. Orada olmamı, gürültü yapmamı hiç kazımadı. Garip olan onun geçişini izlerken ben de hiç korkmadım. Sonra çay yapıp keyifle manzaraya karşı yudumladım. Aklımdan iki yıl önce bıraktığım sigaranın bu ortamda tok karnına ne güzel gideceği geçti. Neyse iyi ki bırakmışım. Sonra hava karardı. Erken yattım, çünkü etrafta laflayacak kimse yoktu. Hava sıcaktı. Uyku tulumunu fermuarından açıp yorgan halinde üzerime serdim. Ertesi sabah haliyle oldukça erken uyandım. Horozlar öterken kalmak başka bir şey. Etrafı keşfe çıktım. Güneş yeni doğuyordu. Her yer huzurlu bir sessizlik içindeydi. Dolaştığım alan gerçekten tarih ve doğa harikasıydı. Burası bir batık şehir. Asıl şehir sular altında kalmış. Rıza dün bana palet, şnorkel ve gözlükle yüzmeyi teklif etmişti. Ama bunun için hiç enerjim yoktu.

Çadırıma dönüp kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Çantamda kalan son sucuğu kızarttım. Salam, krem peynir ve yeşil zeytinle karnımı doyurdum. İyiden iyiye enerjik halde Rıza'yı uyandırdım. Suyumu tamamlayıp çadır yeri parası ödeyip vedalaştım. Sıçak Yarmadasının batı kıstağından doğu kıstağına düzlükler içinde yürüyordum. Hava tertemizdi.


Yolda gördüğüm büyük sarnıcı inceleyip yanında birkaç fotoğraf
aldım.


Yolun sonu yarımadanın batı kıstağına ulaştı. Burada Yörük
Ramazan'ın tesisi bulunuyor. Buraya da güzel diyorlar ama yanından
geçip yola devam ettim. Yol orman içine dalıp denizden uzaklaştı


Birazda irtifa yaptı. Bir süre daha yürüdükten sonra tekrar denizi gördüm


Deniz haliç yaparak oldukça içerilere girmişti. Koyun sonu baraj gibi çamurluydu Bu arada kötü bir şey oldu. Likya'nın taşlı yolları ayakkabımın altını açtı. İple bağlamama rağmen zaman zaman açılıp yere takılıyordu..


Bu benim Dekatlon'dan aldığım ve iki yıldır kullandığım 

orta kalite ama rahat bir ayakkabıydı. Asıl sorun yanımda yedek 

ayakkabı yoktu. 

Aklımda günden kalan diğer iki görüntü ise denize dökülen kaynak suyu ve yolun bir kısmında içinden geçtiğim kayalık geçit.

Bölge geçirgen karstik yapıda olduğundan yağmur suları hemen yer altına inip kayboluyor. Bu nedenle insanlar binlerce yıl susuzluklarına sanıçlar yapıp su biriktirerek çözüm bulmuşlar. Ben bu yolda onlarca antik sarnıç yanından geçtim. Oysaki tatlı su gizlice denize dökülüyor



Geçitleri hep sevmişimdir. Likya zaman zaman geçitlerden geçer. Evet ben geçitleri hep sevmişimdir.



Aslında Üçağıza 'a bir şey kalmamıştı ama yolum Demre Çayağzı’nda bitecekti. Hızım da iyiden iyiye düştü. Bu halde Üçağız'a kadar idare ettim. Ve sonunda ulaştım.


Kaş Uyuyan Dev - 2021
























































































































































































































































Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar